8 Aralık 2008

anlamsız

...

bir çoçuk yavaşça kurtulurcasına gecenin kör karanlığından doğrulur yatağından. gecenin tüm karanlığına inat kocaman kara gözlerini diker karşısındaki aynaya. yavaşca büyüyen göz bebekleri ile siyah beyaz bir şeyler görmeye başlar yavaş yavaş. her nekadar gördüğü siyah beyazda olsa göz yaşalarının ıslattığı al yanakları fark etmesi o kadar da zor olmamıştır bizim ufak umut için.

evet umut ağlamıştır tüm gece boylu boyunca neden aramıştır bu karanlık geceye. bulamadıkça ağlamıştır. sabah olmak üzeredir ve umut kaybetmiştir hayata karşı tüm umudunu. tutmak ister ufak da olsa bir umudu kolundan ya da bir umudun onun kolundan. böyledir biraz çapraşık biraz da anlamsızdır umut.

bir tıkırtı duyar aniden bir an kapı aralanır. kim olduğunu tahmin etsede o olmaması için içten içe dua eder. sonuç her zamanki gibi değişmemiştir aslında. umut yine yanlış yapmıştır bir şeyleri.

ama sadece bu sefer bir şeylerin yanlış olduğunu ve masum olduğunu düşünmektedir de. duraksamadan suçunu bildiği için görevlinin önüne düşer.

aslında bu kez konuşsa belki de bir şeyleri değiştirebilecektir. ama sorulmdağı için ya da ağlamaktan yorgun düştüğü için belkide hiç bir açıklama yapmadan yoluna devam eder bizimki.

koridor yürüdükçe uzar. bir zamanlar bi koşuda bitirdiği koridor bu kez geceyi sonlandırıp günün ışıklarını salar içeri. ve bu kadar da uzar yol.

sonunda sorulduğunda koparılan çiçeklerin nerde olduğu. umut yeniden hüzünlenir. ağlamaklı olur ama ağlamak istemez. sadece yutkunur. üzgün olduğunu farkeden hoca biraz daha yumuşatır uslubunu. bir daha sorar ve en sonunda dayanamayan umut kaybettiği umudunu anlatmaya başlar.

bir melek gelsin istedim geceden sabahıma doğru. bu sefer geleceğini o kadar çok hissettim ki geldiğinde yanağından bir kerecik olsa da öpebilmek için elime batan dikenlerin acısıyla uykuya daldım bu gece. bu yaptıklarım onun için değer. ki alacağım cezayı da göze almıştım. melek geldi ama yanında sade gülleri değil son umudumu da götürdü giderken. bir kez olsun onu görmekti istediğim çok değildi bu ama olmadı...

şimdi cezanız neyse kabulum ben cezamı zaten aldım sizinkinide eklerim. umut dökmüştür eteğindeki taşları. ama hocası onun kadar cesur olamaz. ceza veremez ama yanağına kondurması gereken öpücüğü de konduramaz umuta. almış olsa da gülleri...

umut'un kaybettiği bir umudu vardı ama öğretmenimizin ?

29 Kasım 2008

uzun hikaye uzun yolda çekilmez (BÖLÜM 5)

BÖLÜM 5

sabah uyandığımda masmavi bir gökyüzü pencereden içeri girmişti bile. sanki hafifçe yüzümü okşuyordu odanın içindeki serin esinti. tam olarak saatin kaç olduğundan emin değildim ama alacakaranlık sanki yeni yeni geçmiş gibiydi. ayın solgunda olsa varlığı seçilebiliyordu. gökyüzü okadar maviydiki bir denizmişcesine dalmak ilk aklıma gelen olmuştu.

biraz uyanır gibi olduktan sonra saate bakmak için biraz doğrulduğumda farkettimki selim de kıpırdanmaya başlamış. saate baktığımda saat daha yediyi gösteriyordu. öyle şaşırmıştımki sanki günlerdir yatıyor gibi tatlı gelmişti bu uyku bana. kendimi hiç bu kadar dinç hissetmemiştim. belkide bu dinçlik biraz da kafamın rahat olmasından kaynaklanıyordu. lisans ihtisasım süresince pek böylesine durup dinlenme imkanım olmamıştı gerçekten.

yatağın içinde dolanmaktan sıkılınca hafifce doğrulup yorganı üzerimden attım. ama her nekadar bir hışımla kalkmış olsamda. bir an soğuk hava karşısında vazgeçer gibi olmadım değil. gün doğmasına rağmen hava da yine de hissedilecek bir soğukluk vardı gerçekten. ben de pek yılmadım hani de yine de üzerime bir hırka aldım. biraz dışarı çıkıp yürümek istedim daha kahvaltıya çok vardır ve de kimse daha kalkmamıştır düşüncesiyle. dışarı çıktığımda farkettimki herkes ayaklanmış. sanki en son kalkan selimle benmişim gibi düşündüm.

sedatın çıktığımı görünce kardeşi gamze'ye beni işaret ettiğini farkettim. bir şeyler de mırıldanıyordu ama tam anlamadım. artık ne dediyse gamzenin yanağında hafif bir gülümseme belirdi. bende nezaketen gülümseyip kafamı salladım. sonra yanlarına yanaşmaya başladım. günaydın dedikten sonra dayanamayıp sordum tabikide gülümseyişinin sebebini. gamze biraz mahçup olmuştu bir anda sorunca. tabi sonradan bende işi dalgaya vurunca oda pek üstüne düşmedi. ama gülümseyişinin sebebi benim ilk geldiğimde minübüsten inerken ki baş dönemem olduğunu anca yayladan ayrılırken söylemişti.

sedata nasıl bir program olduğunu sordum. aslında baya da acıkmıştım. oda anlamış olacak ki. daha yemeğe yarım saat kadar var ateş yakılacak daha biz de biraz bu zaman içinde biraz dolanmayı etrafı gezmeyi düşünüyoruz. bu saatlerde hava çok yumuşak olur burda gezintiyi bu yumuşaklık daha tatlı hale getirir. sende bizle birlikte gelmek istersen mutlu oluruz diyince. hiç düşünmeden tabi neden olmasın dedim. gerçekten hava okadar yumuşaktıki. bir ara kahvaltıyı unutmuş yürürken gamzenin uyarmasıyla bayadır yürüdüğümüzü fark ettik. tabi dönüş yolculuğu da gidişimiz kadar güzeldi. birazda etrafımızdaki insanlarla tanışmak hoş olumştu. kendimi burdaki insanlardan biri gibi hissediyordum sanki.

kahvaltı için döndüğümüzde selimde uyanmıştı insanlarla sohbet ediyordu. bizi görünce bize doğru yöneldi. onunda uykusunu aldığı güzelce dinlendiği yüzünden okunuyordu. nereye gittiniz bakalım kaçaklar diye biraz takıldı fakat söyleyişinde alınganlık yoktu pek bende aynı alaycılıkla sürtüyoruz işte diye cevap verdikten sonra kahvaltımızı yapmak için masalara yönelmeye devam ettik.

kahvaltı sırasında bir ara hiç doymayacağımı düşündüm. ömrümde bir daha orda yediğim giibi yiyemedim hiç istesemde. böyle bir atmosferde doyduğunda bile insan sofradan kalkmak istemiyor gerçekten.

akşama kadar yaylada gençlerin geleneksel oyunlarına katıldık. birlikte baya uğraştılar ilk başta bize öğretmek için. zaten biz horondaki becerimizi burda da gösterdik hemencecik kavradık oyunları.

tanıştığımız insanlardan bir kaçının ankarada ihtisasını yapmakta olduğunuy öğrenince sevindik baya. ankarada da kendileriyle görüşme imkanımız illaki olurdu diye düşündüm. ki gerçekten de öyle oldu hala onlarla görüşür hoşça vakit geçririz. hatta artık karadeniz gecelerinin horon çeken müdavimleri arasında sayılırız selim ve ben.

bu tatilimde güzel şeylerin çabuk bittiğini anlamıştım birazda. gerçekten zaman okdar hızlı geçmiştiki. çekmiş olduğumuz onca fotoğraf olmasa. bukdar şeyi bu kadar kısa sürede yapabilceğimize ben bile inanmazdım. ama yapmıştık dolu dolu iki gün geçirmişitik. bir sonraki günün sabahında ayrılmanın hüznü kaplamıştı içimi. tatilimiz biraz daha uzun olsaydı hala kalmayı düşünmekteydik ama tatil süremizin de sonuna gelmiştik artık. sabah yarı hüzünlü bir vedalaşmada olsa gülen gözlerle vedalaştık birbirimizden. çünkü gerçkten vedalşmadığımızı hepimiz biliyorduk. tam minübüse binerken gamze kulağıma eyilip gülümsemesinin sebebi söyledi birazda utangaçlıkla gözlerini kaçırarak. ben de utanmasını sonlandırması için eğilip ben olsam kahkahayı basmıştım diyerek utanılacak bişey olmadığını belirttim.

yolculuk boyunca bir yandan etrafı izkledim bir yandan da minübüstekilerle muhaabete kaldığımız yerden devam ettim. selimde çok memnun kalmıştı bu yayladan ama üzerine tatlı bir yorgunluk çökmüştü. benim de pek dinç olduğum söylenemezdi hiç oturmadan dolu dolu iki gün geçirmiştik. hep hatıramda kalacak olan iki gün.

şehre indiğimizde saatde öğleni geçmişti biraz da şehri gezip akşama da artık ankaraya dönme vakti gelmişti. dönüş vaktinin gelmiş olmasının hüznü çökmüştü üzerimize. buyüzden belkide pek fazla dolanmadan deniz kenarında bir yere çekildik hemen bir iki kadeh parlatmak için. bir iki saat neler yaptıklarımızı birbirimize anlatarak geçmişti. her şeyi birlikte yapmıştık fakat birbirimize anlatmak bile tatlıydı. artık yolculuk vakti gelmişti. biletlerimizi şehre inince almıştık zaten vakit yaklaşınca ilçe terminaline doğru yöneldik.

otobüste yorgunluktan hemen uyumuşuz zaten bir iki molalarda uyanır gibi olduysamda içkinin etkisiyle deliksiz bir uykuyla yolculuğu bitirdik. gözlerimi açtığımda elmadağ dan aşağı doğru iniyorduk. gün çoktan doğmuştu. sonunda ankaraya dönmüştük. karadenizden sonra ankara, ankaranın dumanlı gökyüzü kabus gibi gelmedi değil. ama ne olursa olsun burda da ihtisasım vardı ve de mutluydum...


....

uzun hikaye uzun yolda çekilmez (BÖLÜM 4)

BÖLÜM 4

yaylaya çıktığımızda güneş etkisini kaybetmişti. daha doğrusu hava kararmamıştı. ama sis bizim seviyemize inmişti. sisten dolayı olsa gerek kendimi hafif ıslanmış hissetim. yaylaya giderken münübüstekilerden baya doyurucu bilgi almıştık.

anlattıklarına göre konaklama için hem çadır hem de ağaç ev olanakları sunuluyormuş. tam anlamamıştım ama yukarda bir tesis oolduğunu düşündüm ilk başta anlatılınca. sonra yukarı çıkınca daha açık anlatıldı durum. burası aşağıdaki bir köye ait olduğu için bakımı ve geliri köye gidiyormuş. zaten genelde kışları da köylüler kalıyormuş. ben ilk çadırda kalmayı düşündümsede de çadırda kalmaya alışkın olmadığım için zorluk yaşayabileceğim hatırlatıldı. bunun üzerine ağaç evlerden biri ayarlandı bize ve bizde ufak ufak yerleşmeye başladık.

yaylanın bulunduğu yer gerçekten köylülerin dediği gibi bir yerdi. ilk minübüsün buhulu camalarını sildiğimde karşıma çıkan öyle bir yeşil vardıkı. yorum yapamadım bir müddet sadece izlemek istedim. durmaksızın izlemek. gerçekten büyülenmiştim. bir yeşilin bu kadar tonu olcağını ilk defa burda görmüştüm. bana şu an bile çok garik gelen ise böyle sapa yamaçlarda böyle düzenli sıralı bir orman nasıl oluşmuş. adeta ağaçlar birbilerine hiç değmeden dim dik gökyüzünü yırtarcasına uzanıyordu. ki yırttığını indiğimizde üstümüze düşen sisle karar verdim zaten.

minübüstekiler galiba içi geçti bunun diyerek uyandırmaya çalıştıklarında hala doyamadığım yeşili izliyordum. hayırdır delikanlı neye daldın öyle deyince bir an afalladım. bir şeye dalmamıştım aslında ordaydım. ama sonradan anlayınca ağaçların ormanın güzelliğine daldım diyebildim biraz da utanmış bir ifadeyle.

minübüsten iner inmez olaylar devam etmeye başladı. olaylardı zaten gezimi unutulmaz kılan. adımımı yere atınca hafif başım döner gibi oldu. bir iki adım daha attım baş dönmesi daha da şiddetlendi. az kalsın düşecekken arkamdaki amca tutuverdi beni. ne olduğunu anlamamıştım pek. aslında pek de yorgun değildim. genelde yorgunken başım dönerdi. öyle anlamsız bakınırken amca olaya hemen açıklık getirdi tabi. fazla oksijen çarptı seni diyince selimi bir gülme aldı. ben de gülecektim ama durumum daha düzelememişti yoksa koyuverecektim kâhkâyı.

en sonunda ağaç evimize yerleştik baya da düzeldikten sonra yatacağımı düşünürken bir anda kapı çaldı. yatacağımı düşünmem normaldi. çünkü odada elektrik yoktu. aydınlatma için sadece yatakların başına ikişer mum konulmuştu. hava da hafiften kararmaya başlamıştı. bu sebeple yatarız diye düşünürken çalan kapı şaşırttı dolayısıyla. kapıyı açtığımda bir aydınlık dikkatimi çekti hemen. kapıdaki de düşerken beni tutan amcaydı zaten. gençler gelip hemen evinize çekildiniz. nası geçsiniz siz. şenlik sabah akşam devam ediyor gelsenize dışarı dedi attı fırçasını döndü arkasını gitti. selimle birbirimze baktık gülümsedik hafiften. amca ne kadar fırça atsada sesindeki içtenlik hafif te aksanı sevimli gelmişti bize.

her ne kadar ateş yakılmış olsada üzerinmize hafif bir şeyler alıp şenlik alanınıda gittik hemen. gerçekten de alan şenlik alanıyım ben diyordu kendi başına. genci yaşlısı eğleniyor muhabbet ediyor tanıdığı tanımadığı insanlarla birşeyler paylaşıyor.

bu paylaşımı görünce bir an duraksadım bir anda ihtisası yaptığım ankara geldi aklıma. ordaki ilişkilerimi düşündüm bir an ki selimle ozamanda sıkı dost değildik tabi. pek çok arkadaşım vardı fakat böyle sıcak bir muhabbet hiç biri ile aramda yoktu. bu biraz canımı sıkmıştı. ama bir yandan samimiyetsizlikten ziyade insanların koşuşturması da fazla olduğu içindi. yinede böyle bir sıcaklık ankarada da olsun isterdim.

bu arada selim kendinden geçmiş genci ihtiyarı horon çekenleri izliyordu. hafif dürttüm hayırdır selim sen de kalksana dedim. ben bilmemki bu havaları hiç sen kalksana bana ne bakıyon ki demesinmi. bende bilmediğim için bir şey diyemedim. öylece bende izledim tabi. bundan önce bir iki horon çekenleri görmüştüm. ama burda çekilen horon belkide ortamın güzelliğini de içine alınca büyüleyici bir ahenge sahipti. yaylada bulunanlar okadar sıcak davranıyorlardıki bize sanki çocuklarıymışızcasına yaklaşıyorlardı.

---ooo---

bu benzetmeyi sonraları hep aklıma getirmişimdir çünkü ailemden böyle sıcak bir sevgi pek görmemiştim. biraz değişik bir aile yapısına sahip olduğumuz ki böyle bir yapının doğru olmadığına da bu geziden sonra kara vermiştim.

---ooo---

yayladaki gençler bizim oturduğumuzu görünce kalkın diye işaret yapmaya başladılar. selimle birbirimize bakıyorduk ama bilmediğimiz için çekiniyorduk ikimiz de. yanımızdaki teyze evladım sizde kalkın dediğinde biraz utangaç birazda buruk bir bilmiyoruz dedik ama. teyze başladı gülmeye. şaşırdık tabi yani gülünecek bir durum pek yoktu ortada. tabi teyze anlam veremediğimiz anlamış olacakki gülmesini yarıda kesti. aman çoçuklar bu gençler bizim torunlar bu zamana kadar yurt dışındaydı geldiklerinde sadece vidyolarda horon görmüşlerdi. şimdi bak bizden daha iyi horon çekiyorlar. siz de iki günde bunlardan daha iyi olursunuz ama önce kalkmaya hevesiniz olmalı tabi.

bu lafları duyunca bir an içimde bir heycan oluştu. gerçekten de öğrenmek istiyordum. selime baktım. oda neden olmasın der gibi bakıyordu yüzüme. hemen kalktık karıştık yaşıtlarımızın arasına. ilk girdiğimzde biz tam bilmiyoruz ama diye de uyardık. kim tam biliyorki dedi yanımdaki çocuk ,ki sonraki muhabbetlerde kendinin de yeni olduğunu söyledi sedat, siz şimdi sallanmya başlayın istemeden sizde öğrenirsiniz iki güne. sedat bunları diyince biz de başladık sallanmaya onların oynadığı gibi yapamıyorduk. ama onlarında şaşırmaması için sallanıyorduk birazda. hafif hafif hareketleri anlamaya başlayınca çok daha keyifli olmaya başlamıştı. hatta gecenin sonlarına doğru yarım yamalak horon çeker konuma gelmiştik. baya terlemiştim ama çok da eğlenmiştim.

horon gurubu artık yorulunca ateş başına geçti. çok da terlemiştim her ihtimale karşı yanıma aldığım hafif montu giydim hemen. o arada sedatla konuşmaya devam ettik. nasıl oynadığımızı falan sorduk. ilk güne göre çok çok iyisiniz. ben ilk günümde horon çekenlerin ayaklarına basa basa öldürmüştüm dedi. siz sonlara doğru oynamaya bile başladınız. artık öğrendizin siz deyince bu ter boşuna değilmiş dedim içimden.

her ne kadar yorgun değiliz desek de gece geç saate kadar alkol aldıktan sonra otobüs yolculuğu yapmıştık. ama muhabbet okadar tatlıydıki uyku aklıma bile gelmiyordu. yaşlı ninelerin etrafına toplandık. onlarda hersene yaparlarmış bunu tüm gençleri toplar kendilerinin gençlik zamanlarının nasıl oplduğunu anlatırmış. bu sene de öyle oldu tabi bir yaşlı nine ile dede topladı bizi etarfına başladı anlatmaya. ama öyle sıcak bir anltışları vardiki sanki içimizi ısıtan ateş değil onların pamuk gibi yumuşak, tertemiz sesleri idi. dede seksen küsür yaşındayım evlat diyordu ama benden tok bir sesi vardı. nine desen yaşını bile bilmiyordu. bizim zamanımızda ne yaşı diyordu ama ben tarlaya giderken bu seksen küsürlük ihtiyar daha kundaktaydı demesinmi. bunun ardından başladılar birbiriyle tatlı takışmaya. aslında ilerledikçe fark ettimki takışmıyorlar kendi zamanlarını anlatıyorlar meğer. işte biz hani şu evde oyun oynarken sizde erkekleri toplayıp dereye gitmiştiniz şeklinde kendi zamanlarını o kadar tatlı akıcı anlayıtorlardıki tiyo vermeseler biz hala tatlı tatlı takışıyorlar sanıyorduk.

dedeyle ninenin takışması gecenin üçüne kadar sürmüştü ama gecenin her harfi bile hala sıcacıktı. koskoca bir geçmiş canlanmış hatta yeninden yaşanmıştı orda. okadar ustaca bir anlatımla anlatılmıştıki. sanki onların zamanında bakkalın küçük oğlu bendim ve sanki aynı yaştaydık. en sonunda hadi gençler gidin zıbarın daha yarın erkenden kalkıp gezintiye çıkacağız ondan sonrada kahvaltı için geri döneceğiz diye azarımızı yedikten sonra fırladık hemen yerimizden. ben bize yaşattıkları bu güzel gece ve paylaştıkları kocaman geçmiş için teşekkür ettim ve ninenin elini öptükten sonra ağaç eve doğru yürümeye başladım. selim üşümüş olacakki ,ki farketmeden hava baya da soğumuştu, hızlı adımlarla eve doğru gidiyordu. aslında benim öyle uykum da yoktu pek sedat la laflaya laflaya yürüyorduk. sedatın uyarısı gece daha soğuk olur yorgan dolaptadır onu yanınza alın yatarken demesi bizi belkide donmaktan kurtarmıştı.

eve girdiğimde kapalı olduğu ve sıcaklığını koruduğu için dışarının ne kadar da soğuk olduğunu fark ettim. selim hemen battaniyenin altına girmişti zaten.hafif hafif gün için düşüncelerini anlatıyordu.gerçekten oda bir rüyada gibi hisssediyordu kenidini. ben de o arada dolaptan yorganları çıkardım. selimin üstüne serdim kendi yatağıma geçiyordum hafif hafif. gerçekten rüyadaydık çok güzeldi ama bir gerçek daha vardıki hele horonuda düşünürsek baya yorulmuştuk. saat gece üç buçuğa yanaşıyordu. selime kalkmazsam sakın beni kaldırma sakın diye takılırken bir baktımki selim horlamaya başlamış bile. bende güzel ve dolu dolu bir günün ardından yorganın sıcaklığına saldım kendimi ve camdan kopkoyu ormanı bir yandan da birinden diğerine adım atarak geçebileceğim kadar yakın ve kalabalık yıldızları izlemeye başlamıştım. tam anlamıyla hiç birşey düşünmeden öylece uzanıyordum.

öyle uzanmışım ki uyuklamaya başladığımı hatırlamıyorum bile ...

yorumlarınızı bekliyorum ...

17 Ekim 2008

Need for Speed Undercover

En sonunda Nfs insanların ne istediğini anlamışa benziyor...



Need for Speed Undercover

Need for Speed Undercover PC DVD Boxart
Enlarge
Need for Speed Undercover PC DVD Boxart

Need For Speed Undercover is the twelfth installment in the Need For Speed Series. You play as an undercover cop. It will feature international movie star, Maggie Q, as the lead character in the big-budget live-action sequences that propel the original story forward as players get behind the wheel. This game features a deep and engaging story of spectacular Hollywood-style live-action that will transport players into the fictional world of the Tri-City Bay Area.


Quick Links

Game Info

  • Developer: EA Black Box
  • Publisher: Electronic Arts
  • Release Date: 18 November 2008 (America), 21 November 2008 (Europe)
  • Platforms: Xbox 360™, PLAYSTATION® 3, PLAYSTATION® 2, Wii™, PSP® (Playstation® Portable), Nintendo DS™, PC-DVD, iPhone 3G

PC System Requirements

The minimum PC system requirements for Need for Speed Undercover are the following:

Operating System:Windows XP and Windows Vista with latest service pack installed
Processor:Intel Pentium 4 (or equivalent) CPU running at 2.8GHz or higher (3.0GHz if running Windows Vista)
Memory:1GB RAM
Hard Drive:5.5 GB
Optical Drive:8x DVD drive (Europe) / CD drive (North America
Graphic Card:Geforce 6500, Radeon 9500 or better DirectX compliant video card with Pixel shader 2.0 or above (AGP and PCIe only) using a supported chipset
Sound Card:DirectX Compatible Sound Card

Features

  • Go Deep Undercover - Race into an action-packed story of pursuit and betrayal. Take on jobs and compete in races to prove yourself as you infiltrate and take down an international crime syndicate.
  • Highway Battle - Fight off the cops and others as you take down your prey in high-speed, high stake multi-car chases. New and vastly improved AI mechanics mean more aggressive and intelligent cops focused on taking you out fast and by any means necessary.
  • Own the Open World - Tear across the massive highway system and discover the open world of the Gulf Coast Tri-Cities area, with three unique cities connected by an extensive highway system.
  • Heroic Driving Engine - An all-new game engine lets you pull off amazing moves for the ultimate driving edge.

Assassin's Creed Ubidays 07

Bu oyunda beni çeken başka bir şeyler var





Assassin’s Creed is the next-gen game developed by Ubisoft Montreal that will redefine the action genre. While other games claim to be next-gen with impressive graphics and physics, Assassin’s Creed merges technology, game design, theme, and emotions into a world where you instigate chaos and become a vulnerable, yet powerful, agent of change.

The setting is 1191 AD. The Third Crusade is tearing the Holy Land apart. You, Altair, intend to stop the hostilities by suppressing both sides of the conflict.

You are an Assassin, a warrior shrouded in secrecy and feared for your ruthlessness. Your actions can throw your immediate environment into chaos, and your existence will shape events during this pivotal moment in history.

Key Features
  • Be an Assassin
    Master the skills, tactics and weapons of history’s deadliest and most secretive clan of warriors. Plan your attacks, strike without mercy and fight your way to escape.
  • Experience exclusive PC content
    Four PC-exclusive investigation missions make the game an even better experience than its console predecessors, including the Rooftop Race Challenge, a race to a specified location and the Archer Stealth Assassination Challenge, where the player must assassinate all archers in a certain zone to help out fellow Assassins.
  • Realistic and responsive environments
    Experience a living, breathing world in which all your actions have consequences. Crowds react to your moves and will either help or hinder you on your quests.
  • Action with a new dimension – total freedom
    Eliminate your targets wherever, whenever and however. Stalk your prey through richly detailed, historically accurate, open-ended environments. Scale buildings, mount horses, blend in with crowds. Do whatever it takes to achieve your objectives.
  • Relive the epic times of the Crusades
    Assassin’s Creed immerses you in the realistic and historical Holy Land of the 12th century, featuring life-like graphics, ambience and the subtle, yet detailed nuances of a living world.
  • Intense action rooted in reality
    Experience heavy action blended with fluid and precise animations. Use a wide range of medieval weapons, and face your enemies in realistic swordfight duels.
  • Next-gen gameplay
    The proprietary engine developed from the ground up for the next-gen console allows organic game design featuring open gameplay, intuitive control scheme, realistic interaction with environment and a fluid, yet sharp, combat mechanic.


SYSTEM REQUIREMENTS
(Both Minimum and Recommended):
Supported OS: Windows® XP/Windows Vista® (only)
Processor: Dual core processor 2.6 GHz Intel® Pentium® D or AMD Athlon™ 64 X2 3800+ (Intel Core® 2 Duo 2.2 GHz or AMD Athlon 64 X2 4400+ or better recommended)
RAM: 1 GB Windows XP / 2 GB Windows Vista
Video Card: 256 MB DirectX® 10.0–compliant video card or DirectX 9.0–compliant card with Shader Model 3.0 or higher (see supported list)*
Sound Card: DirectX 9.0 or 10.0–compliant sound card (5.1 sound card recommended)
DirectX Version: DirectX 9.0 or10.0 libraries (included on disc)
DVD-ROM: DVD-ROM dual-layer drive
Hard Drive Space: 8 GB
Peripherals Supported: Keyboard, mouse, optional controller (Xbox 360® Controller for Windows recommended)

*Supported Video Cards at Time of Release:
ATI® RADEON® X1600*/1650*–1950/HD 2000/3000 series
NVIDIA GeForce® 6800*/7/8/9 series
*PCI Express only supported

Laptop versions of these cards may work but are NOT supported. These chipsets are the only ones that will run this game. For the most up-to-date minimum requirement listings, please visit the FAQ for this game on our support website at: http://support.ubi.com.







29 Eylül 2008

uzun hikaye uzun yolda çekilmez (BÖLÜM 3)

BÖLÜM 3
Evet sonunda biraz olsun toparlanabilmiştim. kapının önünde fısıltılar duyuyordum. pek anlam veremedim fısıltıların kaynağına. çok da gerek yoktu anlam vermeme. fısıltı kaynağından biri ,eniştem, direk odaya daldı. yüzüme biraz daha iyimisin diyen bir ifadeyle, yemeğe inip inmeyeceğimi sordu. bende onaylayan bir bakış attım. bu bakışmanın ardından eniştem aşağı indi.

biraz daha toparlanmış biraz daha uyanmıştım. aşağı indiğimde bizimkiler hala fısır fısır konuşmaktaydı. bende pek umursamadım. tam ayrıntyıları yemekten sonra eniştemden öğrenir ne yapabiliriz diye bakarız diye düşündüm. acıkmıştımda yemeğe verdim kendimi. yemek boyunca konuşmadım hiç, bizimkiler de pek gerek görmedi konuşmaya aslında.

yemeğin ardından eniştemi kaptığım gibi dışarı çıktık. eniştem en ince ayrıntısına kadar olayı anlattı. olaydan kurtulma ihtimalimiz var dedi eniştem. bir kaç durumdan bahsetti bana. benim de aklıma yatmadı değil. ardından bunları uygulamasıydı birtek eksik kalan.

tabiki de uyguladım hoşnut olmayan insanlar oldu tabiki de ama onlar için kendimi yakamazdım dedi ve sustu.

---ooo---
elindeki içki kadehini tamamiyle içti bir müddet sustu. anlatılacak şeyler değildi ya da ona göre hareketler değildi yaptıkları. ne olursa olsun anlatmak istememekteydi. bende üzerine pek gitmedim. bir duble daha içince hafiften çakır keyif oldu. tebessüm etmeye başladı en azından. ben de lafı değiştirdim. bu hoş olmayan konuyu daha da uzatmaya gerek yoktu sonuçta.

ee hep benden konuşuyoruz halil sende neler var biraz da sen anlat dedi. o da artık bu konulara girmek istememekteydi anlaşılan.

sanki bende halilin bayrağı bana vermesini bekler gibi bu lafı duyunca nefes almadan konuşmaya başladım. ne olsun be selim ben de erzurumdan kalktım geldim işte. mühendislik biraz olsun istediğim bir ihtisastı dedim. ama tam olarak da ne istediğimi bilmeden geldim. sorsan şimdi biliyormuyum diye hala eminim diyemem.

bende pek öyle şeyler yok ki be selim dedim. hayatım belkide sıradan geçtiği için bu yolculuğa karar verdim dedim. aileme gelince aile bağlarım pek sıkı biri değilim dedim. bunu duyunca pek benimsemedi tabi. bende anlayış gösterdim sonuçta babaya karşı gelinmeyen bir kültürde yetişmiş biri için şaşırtıcı bir yaklaşımdı. gerçi bu zamandan sonra aile hakkında söylediğim her yaklaşım çok garibine gitmişti ama bende böyle bir kültürden gelmiştim bu konularda anlayışlı olabilmişizdir hep.

gerçekten selimden önce benim kendime sormam gerekenler vardı. pek bir ailem olmamıştı. bir çekirdek aileydik aslında anne baba bir de kardeş. ama tablo ben kendimi bildim bileli hiç bir zaman tam bir tablo olmamıştı. ilk zamanlar biz rahat bir aileyiz diye düşünmüştüm hep. ama sonra bir şeylerin yanlış olduğunu anlamaya başlamıştım. fakat bi süreden sonra bir şeyleri değiştirmek o kadar da kolay olmuyor aslında.

tabi bunları selime de anlattım hafiften. o da fazla deşmedi çünkü konuşulabilecek bir konu değildi. ben bile kendi hakkımda pek fazla şey söyleyememekteydim.

---ooo---

bu arada otobüs saati de yaklaşmıştı hesabı isteyip kalktık. hafif demlenmek ikimizede iyi gelmişti. sanki senenin yorgunluğunu o gece atmıştım. terminalden otobüse bindiğimizde uykum da gelmeye başlamıştı.

en son hatırldadığım bir hopa otobüsüne bindiğimizdi tabi saat gecenin üçüydü. sabah yedi gibi uyandın ben tabi daha hopa'ya gelememiştik fakat yine ilerde bir kasaba gözüme çarptı. selim de o ara uyanmıştı. onun inmek isteyip istemediğini sorgularcasına baktım yüzüne. ama benim de pek niyetim yoktu. ikimizde şehir merkezine gitmeyi daha mantıklı bulduk.

---ooo---

şehir merkezine vardığımızda tabiki ilk işimiz bir çorbacı bulmak oldu. çorbacı da güzel bir kahvaltının ardında uyanmaya başladım hafiften. sonra bir kahveye oturup ne yapacağımıza karar verelim diye düşündük. hem kahvedekilere burlarda neler var nerelere gidebiliriz diye sorarız diye düşündük.

gölge bir yerde hoş bir kahve bulduk. çaylarımızı içerken ben de yolda aldığım gazetelere göz atmaya başladım. ilgimi çeken pek bir haber yoktu. sonra kafamı kaldırdığımda selim iki amcayla muhabbete girmişti bile. yaptığı araştırmaların neticesini hemen bana aktarmaya başlamıştı.

bulunduğumuz yere yakın bir yayla varmış. bu hafta yayla da şenlikler varmış. orada kalacak pansiyon da varmış. aynı zamanda çok güzel kaplıcalar da varmış diye. bir bir nefes almadan anlattı tabi bana.

banada mantıklı geldi gerçi erzurumlu olduğumdan yayla kültürüne alışık olduğumu düşündü ama. çocukluğumdan beri erzurum dışında yurtlarda tahsil gördüğümü bilmediği için haliyle kim olsa öyle düşünürdü. tabi ben onayladığım benim de böyle birşeyi merak ettiğimi duyunca sevindi selim baya.

sonra yaylaya nası ulaşabileceğimizi giderken neler almamız gerektiğini bir bir amcalar anlattı bize. bu ön bilginin ardından eksiklerimizi tamamlamak için çarşıya gittik. yayla da beğenirsek iki ya da üç gün kalma niyetimiz vardı. zaten amcalar da en az iki gün kalın yoksa bir şey anlamazsınız diyince bizim de kafamıza yattı hemen. zaten günde bir araba varmış en az zaten bir gün kalabiliriz dedik.

eksikleri tamamlayıp öğlen sonu olan araca yetiştik. arac yolculuğu baya korkutucu geçti. her yerde heyelan tehlikesi yazan tabelalar vardı. yollar aşırı derecede sapaydı. ama iki saat süren yolculuğun sonunda yaylaya vardık...

(bu bölüm biraz ara geçiş oldu. arayı soğutmamak belkide... ama bir sonraki bölümde kendimi affettirmeye çalışacağım yorumlarınızı bekliyorum ....)

11 Eylül 2008

uzun hikaye uzun yolda çekilmez (BÖLÜM 2)

BÖLÜM 2

selim'i gördüğüme ilk defa bu kadar sevnmiştim. hoş beş bir selamlaşmanın ardından tabikği okey oynamaya başladık. önümüzde aslında uzun bir tatil vakti vardı ama biz daha okey masasında başlamıştık ne yaptık ne yacağızlara. selim daha tatiline yeni başlamış bu gün gelmiş otogara gelmeden bu kasabayı görünce ben burda incem deyip inmiş. içime doğdu aslında burda inmek demeyi de ihmal etmiyor.

ardından tabi ki bu keyifle okey de kasabalıları baya farkla yendik. ardından selimi görünce benim denize gitme düşüncem ortadan kalktı tabiki. ardından selime kasabayı bilen olarak gezdirmeye başladım. gün boyu etrafı gezdirdikten sonra gece şehir değiştirmek için ilçe terminaline doğru yola çıktık kasabalının çoğu uğrulamaya bile geldi. gerçekten iki gün boyunca hoş vakit geçirmiştik.


---ooo---

ilçeye gittiğimizde hemen terminale gitmektense iki tek atmak daha mantıklı geldi ikimize de olacakki böyle bir teklifte bulunduğumda selim hiç itiraz etmedi. deniz kenarında hoş bir meyhane bulduk. bir yandan dalga sesleri değer yandan da hafif hafif gelen kemençe sesleri geceyi daha da tatlılaştırmıştı. artık tatilimden keyif almaya başlamıştım. hafiftyen de içince selminde benimde çenem düşlmüştü tabi. başlamıştı selim anlatmaya;

bu güne kadar selimin nereli olduğunu hiç sormamıştım. böyle şeylere takan bir insan değilim belkide ondan. ama sarı hafif yanmış teniyle akdeniz ikliminden olduğunu anlamak pek de güç olmuyordu. yanılmamıştımda. bu güne kadar da böyle konuşmamıştık hiç selimle. geçmişini pek de bilmiyordum. durdu durdu ben hatay lıyım halil dedi. bi an duraksadım. neden bunu vurgulamak istediğini anlamamıştım. neden böyle dedinki selim diye sordum tabiki. o da zaten başlayınca konuşmaya devam etti tabiki. ben dedi pek konuşan pek aktif biri değildim hatayda dedi. benim ailem o kadar da yenilikçi değildi. pek paylaşımım olamad kendisiyle. ankarada da ihtisasa gelme isteğimin başında biraz da olsun kendi ayaklarımın üstünde durmak vardı. bu sebeple ailemin direttiği benim se okadar da hevesli olmadığım bu bölümü seçmeyi bile göze aldım.

geldikten sonra bölümden hoşlanmıştım ama daha çok hoşlanacağım güzel sanatlara gitmeyi hala da isterim. bu sebeple sanatla alakalı topluluklara katılarak bu isteğimide kapatmaya çalıştım. tabi ben sesizce ve devam etmesi için onaylayan bakışlarla bakıyordum. biraz da sanki ben nerelerden sıyrılıp geldim demeye çalışıyordu. taktir edilmeyecek gibi de değildi. gerçekten böyle bir ailenin içinden çıkıp gelebilmek. hatta sevmediğim bir bölümden hoşlanabilmek zamanla, kolay işler değildi bunlar.

bi kere açılmıştı selim deam ediyordu. sen le de arkadaşlığımız bu ortanmlarda pekişti be halilim dedi ve devam etti. aslında çok da iyi olmuş aynı bölümdeydik ama o kadar da muhabbetimiz yoktu yani. sonra ihtisasım başarılı bir şekilde devam ediyordu. yavaş yavaş bölüme de alışmaya başlamıştım. hayat güzeldi anlayacağın. hatta bir kızdan hoşlanıyordum gerçi açılamamıştım daha ama o da yakın duruyordu bana be halil dedi ve devam etti. biraz yüzü ekşidi kötü bir şeyler olduğunu sezdim hemen araya girdim. daha ne istiyorsun işte dostum hayat tıkırında gidiyor işte dedim. demez olaydım.

---ooo---

herşey yolunda dedi suratıma o kadar acıyla baktı ki. içim acıdı. hiç bir şey diyemedim. ben de ona geliyordum işte dedi. tam hayat yolunda gidiyor dediğim anda bir anda ailem memlekete çağırmasıyla hayatımda yeni fırtınalar çıkacağını nerden bile bilirdimki. hiç bir şey bilmeden hataya gittim. hatta o kız var ya hoşlandığım terminal de beni yolcu bile etti. böyle mutlu bir halde bindim otobüse. güzel bir uyku sonunda hataya vardım. terminalde sade babam karşıladı beni. normalde annem le eniştem de gelirdi hep. kötü bir şeyler olduğunu düşündüm ilkten. ama ne biliyim hazırladıkları tuzağın koyunu olduğumu. annem nerde diye sorduğum da da babam "evde senin için hazırlık yapıo" demezmi gülerek.

derken eve vardık. annem kapıda karşılamıştı. kaymak gibi olmuşsun dedi. hep adetimdi. memlekete gitmedfen temiz tıraş olurdum. etraftakilerle olsun ailemle olsun gereksiz tartışmalara girmekten çekinirdim. pek bir paylaşımım olamyan insanlarla gereksiz muhabbetlerden çekinirdim. ama nerden bilebilirdim ki annem bu sözleri hazırladıkları tuzak için söylemiş olsun.

çardak daha serin olur idye annem o tarafa yönlendirdi bizi. babam la oturduk. babamın suratında sinsi bir gülümseme vardı. ardından eniştem geldi. eniştem bababama nazaran bana biraz daha yakın. beni biraz daha dinleyen saygı gördüğüm biriydi. sanki bana birşelyer anlatmaya çalışır gibi imalı imalı bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. ailevi konularda tek eniştem yanımda olurdu. ama yol yorgunluğumu dur nedir anlamamıştım pek.

derken bir kız elinde ayranlartı koyduğu bir tepsiyle yanımıza geldi ayranı ikram edince teşekkür ederim dedim aldım. babamın sinsi gülüşü bi kat daha arttı. bu kız kim diye sorduğumda. babam tanışırsın illaki demesinmi. ben hafiften yol yorgunluğumu üzerimden atınca tabi. eniştemin biraz önce söyledeği lafları kavramaya başladım. bu kız benle tanıştırıp evlenmeyi amaçladıkları kızdı. bir yandan da beni hataya bağlamak için kozlarıydı. çünkü ihtyisasım seneye bitiyordu. hataydaki sağır ve dilsiz biri bile benim hatay da yaşamayacağımı biliyordu.

böyle bir koz sürecekleri hiç aklıma gelmemişti. şok olmuş durumdaydım. surat ifadem tamamiyle değişmişti. artık anlamıştım açık şekilde. ailemin uygun gördüğü bir kızla evlenmem şart koşulmaktaydı. oralarda babanım dediğine karşı gelinmezdi. istemediğim bir fakülteyi de bu sebeple yazmıştım. ama bu durum karşı gelinmeyecek gibi değildi. sinirlenmeye ve ardından titremeye başlamıştım. durumu fark eden eniştem, olaya hemen müdahele etti. sen yol yorgunusun ta ankaradan geldin. bi yol dinlen yat dedi ve koluma yapışı kaldırdı beni masadan. yol boyunca birşey söylemedi. odama götürdü yatağın üstüne koydu. güzelce bir yat kafanı bir toparla. hele bi akşam ola yoluna girer herşey dedi gitti. bu sözleri beni sakinleştirmedi hiç elbette. aşırı derecede sinirliydim. gözüme uyku girmiyordu. ama yol yorgunluğu sızmışım. uyandığımda akşam olmak üzereydi ...


(yorumlarınızı beklemekteyim teşekkürler ...)

8 Eylül 2008

uzun hikaye uzun yolda çekilmez (BÖLÜM I)

uzun zaman oldu yazmayalı ...

farkındayım ama estiği zaman yazan biriyim bilmiyorum aslında pek de yazacak modda değilim ama niyetliyim bu kez (:

bu kez bölüm bölüm kısa bir hikayedense uzun bir hikaye ye dalmak istiyorum. nekadar başarılı olabileceğimi bilmiyorum belkide gelen geri bildirimlerle ilk bölüm son bölüm olur fakat en azından denemek istiyorum.

BÖLÜM I

bu sabah kalktım. acele acele hazırlandım elbiselerimi giydim ve okulun yoluna düştüm. herzaman olduğu gibi derse geç kalmıştım ama hocanın beni derse bu kez alacağına dair nedense bir düşünce vardı içimde. hızlıca otobüse atladım. okul yolunda , aslında okadar uzun da bir yol değil ama geç kalınca yollar daha da uzuyor, garip düşüncelere daldım.

ara ara aklıma esen bazı olaylar bazı aksiyonlar vardı. bunları pek tanımlayamamıştım ama başladığında içime korku doluyor ve uygun bir ortamdaysam gözlerimi kapatıyordum. Uygun ortam gerçekten gerekli oluyordu çünkü korkudan değişik surat ifadeleri alıyordum.

bu kez uygun bir ortamda da değildim otobüsteydim. bir kere otobüste bu olayla karşılaştığım zaman gözlerimi açtığımda insanların garip bakışları karşılamıştı beni. bir yandan da düşünmeden edemedim garip olan bendim aslında.

bu kez hem geç kalmışlığın telaşıyla pek bir korkutucu olmamıştı ve rahat bir şekilde atlatmıştım.

sonunda otobüsten indin okula doğru koşar adımlarla yürürken bir yandan da simitçiden aldığım simitle alel acele kahvaltı yapmaya çalışıyordum.

geç kaldım dememe rağmen aslında beş dakika geç kalmıştım. utangaç bir yüz ifadesiyle içeri girdim. içimden bir his hiç girme diyordu ama pek kulak asmadım. derse girdim o herzamanki sınıfı titreten hoca bu gün nedense pek bir yumuşak karşıladı beni. "Geç evladım otur" diyişinde ayrı bir sıcaklık vardı. ben de efendi gibi sessizce arka sıralardan birine selim in yanına oturdum. selim herzamanki gibi haldır huldur not geçiriyordu bense notlardan ziyade sanki ders değil de köy kahvesine gelmiş gibi önce bir yayıldım. biraz önceki ciğerci kedisi ruh halini hemencecik attım üzerimden.

asıl derse yetişme niyetim yavaş yavaş ortaya çıkamya başladı tabiki. dün yaşananları selime anlatmalıydım. anlatmalıydım çünkü benim için önemli olaylardı. ama selim de hiç oralı değildi. notlar la boğuşuyordu. tabi ben rahat durma huyumu yanımda taşımadığım için çocuğu dürtmeye hemencecik başladım. selim de oldum olası sanki nefret ediyormuş gibi bu not tutumaktan iki dürttümmü hemen bırakır bana dönerdi. tabi herzamanki gibi yine öyle oldu.

------------ooo------------

selim selim dedim de ben selimle lisansın ilk yılının sonlarına doğru bi öğrenci gecesinde tanışmıştım. kenidisine de demiştim o gece aslında pek kanım kaynamamıştı kendisine. oda hak verir bana, çünkü onunda bana kanı kaynamamıştı. ama sonra nasıl olduysa ortak paydalarımızın ya da ilgi alanlarımızın fazlalığından dolayı bir birimizi gördüğümüz ortamlar giderek artmaktaydı. hatta tatil yöresi seçimimiz bile aynı olmuştu zaten büyük dostluğumuz bu tatilden sonra başlamıştı.

------------ooo------------

bu sefer tatil amaçlı karadeniz tarafını tercih etmiştim daha sessiz daha sakin yerler arama niyetindeydim bu yaz nedense. belkide lisans beni aşırı derece de yormuştu bu da bir etkendi. arada da duraklamadan yorucu bir staj evresi geçirmiştim. ardından tabiki karadeniz seyahatine ,ki düşüncem iki haftalıktı, başladım.

ilk başlarda bu geziye yanlız çıkmayı çok istedim. ama üçüncü dördüncü günden sonra iyice sıkılmaya başlamıştım. köy kahvelerinde zaman geçirmeye ordaki insanlarla konuşmaya başlamıştım. bu durumdan gerçekten hoşnuttum ama bir yol arkadaşı aramaya başlamıştım.

tatilimin beşinci günüydü kasabadaki pansiyonda yatağın içinde dolanıyordum. hem biraz tembellik yapmak istedim hem de hafiften sıkılmaya başlamıştım nedense. Aslında hayalini kurduğum bu gezi neden beni böyle daha ilk hafta bitmeden bezdirmişti bilmiyorum.

tabi dolanmaktanda sıkılınca kahvaltı yapmaya kasaba meydanına gitmek için kalktım. belkide öğleden sonrada keyfim olurda denize gidersem diye eşya da yanıma alıp çıktım. tabi bu kasabadaki ikinci günümdü. kasabalılar da çok sıcak kanlılardı ve güzel bir gün geçirmiştik. kahvaltmı yaparken bir yandan dün tanıştığım bu gün rast gelen insanlarla da muhabbet etmekte yöre hakkında da eksik kalan diğer bilgileri almaktaydım. bu arada kahveden "genç okeye dördüncü olurmusun ?" diye bir soru duyunca hoşuma gitti. neden olmsın diyerek daldım içeri ve selimin de okey oynayan takımda olduğunu ve de onunda tatil için bu kasabaya bu gün geldiğini görünce bir anda tatilimin daha yeni başladığın düşündüm. artık yolculuk arkadaşımı bulmuştum. önümde çok güzel bir on gün vardı. bu tatil aynı zamanda da bana bir dost kazandırmıştı ....

29 Ağustos 2008

Son Sardunyalar

son sardunyalar
söz: sezen aksu-yelda karataş
beste: ara dinkjian

ah o yazlık sinemalar, kapı önü akşamları
saksıda son sardunyalar, avluda el yazmaları

ah ne kahraman ne cesur, ne güzel çocuklardık
her yeni günü ümitle nasıl kucaklardık
ah kaldırımlar biliyor, bi devir muhteşemdik
güz güneşinden hüzünlü, ilk yazdan şendik

hem utangaç, hem hevesli mektepli sevgililerdik
pek kırılgan pek acemi, bi söyler bin gülerdik
hem utangaç, hem hevesli mektepli sevgililerdik
pek kırılgan pek acemi, bi söyler bin gülerdik

o pürtelaş piyasalar, ilk sevda ilk gözyaşları
yolları hep gurbete bağlar, ah o gönül şarkıları


alıntı
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=son+sardunyalar

10 Haziran 2008

bir hikaye ya hayattan ya yalandan ...

Bir sabah uyandım karşımda bir insan ve bana beni suçlayan gözlerle bakmakta. Daha gözlerimin mahmurluğunu bedenim üzerinden atmamışken bu adam bana öylece bakmaya devam ediyordu. Bir an uyanıklıkla uyuya dalma arasında "pardon neden bana öyle bakıyorsunuz ki ?" demeyi çok istedim. Ama okadar suçlayıcı bakıyordu ki bu adam bunu hakettiğimi adeta beynime kazımıştı.


Bir müddet öylece bakışmaya devam ettik. Gerçektende adamı tanımıyordum. Benle ne işi olabilir onu bile bilmiyordum. Kafamda binlerce soru bir anda dönmeye başladı ve yavaş yavaş terlemeye başlamıştım. Ama bu terleyiş soruluraın sıklaşması değildi yavaş yavaş suçluluk duygusunun iliklerime kadar işlemesinden di. Bir ara derin bir nefes aldım ve kendimi hafif toparladım. Bir anda "pardon beyfendi ne suç işledim ki bu bakışlarınıza maruz kalabildim ?" dedim.


O kadar sorulabilecek soru içinde neden bunu bulmuştum, niye özellikle bu, aslında adamın öncelikle kim olduğunu daha çok merak ediyordum. Ama gerçekten onu sormak istiyor ama bir okadar da soramıyordum. Ne olursa olsun en sonunda istemesemde bir soru sorabilmiş bir cümle sarf edebilmiştim. Adamın bakışları bu sorunun ardından yumuşamaya, hatta daha sevimli bir hal almaya başladı. Bense bu adamın aksine daha da gerilmeye dahada terlemeye başladım. Adamı bu kadar yumuşatan sorummuydu. Yoksa karşısındaki acizliğim miydi ? Bu gün bile sorarım kendime bu soruyu. Aslında adam da haklıydı. Karşısında çaresiz, daha gözündeki şişlik inmemiş, ne yapacağını bilemeyen, bir çocuk kadar savunmasız, üzerindeki battaniyeyi atamayan, bir cümle bile kuramayan, zeytin karası gözleri korkuyla parıldayan bir genç adam. Evet genç adam karşısındaydım. Yirmili yaşlarımın tüm coşkusuyla demeyi en çok istediğim andı aslında o an yirmili yaşlarımda.


Sonra yavaş yavaş artık kabuğunu yırtarcasına söküp attım üzerimdeki battaniyeyi ve doğruldum. Uyanmıştım artık birşeyler hatırlar gibiydim ama hatırlamam gereken şeyler bunlarmıydı, ya da hatırladığım şeyler neydi ? Kafamda git gide sorular artıyor ve ben daha da terliyordum. Ama bu kez terlemem korkudan değil kafamın dolmasındandı. Ben kendi çıkmazımda kaybolmuşken birden ilk gördüğümde tüm korkularımı başlatan sonrasında da yüzündeki tüm serinliğiyle içime bir rahatlama getiren o adam farkına bile varmadan yanıma oturuverdi. Sanki içimdeki soruların hepsini kendine sorup gelmiş gibi hiç kendini tanıtmadan anlatmaya başladı. En sonunda bütün sorularıma cevap verdi. Bir kaza geçrimişim. Çok küçük bir ihtimalmiş yaşamam. Yanımdaki içinse o ihtimal bile yokmuş. Bunun ardından baya zorlu bir hafta geçirmişim. Adam anlatmaya devam ettikçe ben de uyanmaya başladım ve anladım ki bir hastane odasındayım. Tüm herşeyi anlattı dedim ya biri hariç kim olduğunu hiç söylemedi.


Tüm anlattıkları bittikten sonra omzumu sıvazladı ve gitti. Sonra bana biz senin aileniz diyen bir takım insan odama girdi. Ne acıydı hiç birini tanımıyor değil hatırlamıyordum. O an kendimi gerçekten çok kütü hissetmiştim. Uzun bir süre ağladım kimsenin de karışmasını istemedim. Şimdi aradan yıllar geçti. Ben yirmili ,hey gidi yirmili, yaşlarımın sonuna gelmiştim. Sürekli aileme benim yanımda biri daha varmış ve o benim kadar şanslı değilmiş kim di o diye sordum. Ama ailem hep yalanladı sen kazayı yanlız yaptın dedi. Tek hatırlamadığım da yanımdaki kimdi.


Bir gün evimizin eski eşyalarını atarken eşyalar arasında bir resim buldum. Bu oydu bana o suçlayıcı bir o kadar da şefkatli gözlerle bakan adam. Hiç unutmamıştım gerçekten oydu. Durdum içimde okadar tarif edilemeyecek bir heycan vardıki. Sokağa çıkıp bağırmak istedim. Daha adını bile bilmediğim bir adam için. Neden derseniz o kazadan bu güne kadar bana tek samimi davranan adam oydu. Ardından annem tüm olan bitenden habersiz gözlerimdeki heycanınm farkında ama anlam verememekteyken bir anda sordu sorusunu "deli oğlan ne oldu neden bir anda böyle oldun ?". Evet "böyle oldun" gerçekten yerinde bir soruydu. O kazadan sonra ilk defa gözlerim bu kadar gülerek bakıyordu etrafa.


Ailem de farkındaydı iyi olmadığımın artık ama ben de onların benden bir şeyler sakladığının farkındaydım. İki tarafında kozları vardı hiç sürmediği ortaya. Çok devinimler yaşadım rest çekiyorum demek için ama hep o adamın suçlayıcı bakışları durdurmuştu beni bu ana kadar. Ama artık beni durduran o adam ateşleyen olmuştu.


Sonunda o soruyu ve bütün geçmişimi aydınlatacak soruyu sordum. Bu adam kim ? Annem resmi görünce bir anda sallanmaya başladı. Neredeyse düşecekti. Fenalaştığını farkettim ve sakinleşmesi için bir bardak su getirdim. Suyu sessizce içti bir müddet öylece yere baktı. Bir an başını hafifçe kaldırdığında fark etti. Artık resti çekmiştim ve bunun o da farkındaydı.


Durdu durdu ve bir anda söylemek daha keskin olur ve daha kolay söylenir diye. Durdu ve "O ... O senin ABİN " dedi. Bir anda fotoğraf elimden düştü. Gözlerimden yaşlar düşmeye başlamıştı. Yapboz tamamlanmıştı. Geçmişimde karanlık bir nokta kalmamıştı artık.


Kazada yanımda olan ve ilk gözümü açtığımda hayatına mal olmuşluğumun suçluluğuyla bakan ama ardından bir abi şefkatine yenik düşen abimmiş yanımdaki ...


unknown

(Bu hikaye öylece sadece içimden geldiği bir anda yazdığım bir hikayedir. İçimden gelirse yeni hikayeler yazmak dileğiyle ...) Okuduğunuz için teşekkürler...

18 Şubat 2008

yeni bir sayfada sana

yeni bir sayfa açıyorum artık daha mutlu daha umutlu ve ne olursa olsun gülecek bi sayfa ...

----------------
yılmaz erdoğan

her şey yapılabilir
bir beyaz kağıtla
uçak örneğin uçurtma mesela
altına konulabilir
bir ayağı ötekinden kısa olduğu için
sallanan bir masanın
veya şiir yazılabilir
süresi ötekilerden kısa
bir ömür üzerine.

bir beyaz kağıda
her şey yazılabilir
senin dışında
güzelliğine benzetme bulmak zor
sen iyisi mi sana benzemeye çalışan
her şeyden
bir gülden bir ilk bir sonbahardan sor
belki tabiattadır çaresi
senin bir çiçeğe bu kadar benzemenin
ve benim
bilinci nasırlı bir bahçıvan çaresizliğim
anlarım bitkiden filan
ama anlatamam
toprağın güneşle konuşmasını
sana çok benzeyen bir çiçek yoluyla

sen bana ışık ver yeter
bende filiz çok
köklerim içimde gizlidir
gelen giden açan soran bere budak yok
bir şiir istersin
“içinde benzetmeler olan”
kusura bakma sevgilim
heybemde sana benzeyecek kadar
güzel bir şey yok

uzun bir yoldan gelen
tedariksiz katıksız bir yolcuyum
yaralı yarasız sevdalardan geçtim
koynumda bir beyaz kağıt boşluğu
her şeyi anlattım
olan olmayan acıtan sancıtan
bilsem ki sana varmak içindi
bütün mola sancıları
bütün stabilize arkadaşlıklar
daha hızlı koşardım
severadım gelirdim
gözlerinin mercan maviliğine

sana bakmak
suya bakmaktır
sana bakmak
bir mucizeyi anlamaktır

sana sola bakmadan yürüdüğüm yollar tanıktır
aşk sorgusunda şahanem
yalnız kelepçeler sanıktır
ne yazsam olmuyor
çünkü bilenler hatırlar
hem yapılmış hem yapma çiçek satanlar
bahçıvanlar değil tüccarlardır
sen öyle göz
sen öyle toprak ve güneş ortaklığı
sen teninde cennet kayganlığı iken
sana şiir yazmak ahmaklıktır

bir tek söz kalır
dişlerimin arasından
ben sana gülüm derim
gülün ömrü uzamaya başlar

verdiğim bütün sözler
sende kalsın isterim
ben sana gülüm derim
gül sana benzediği için ölümsüz
yazdığım bütün şiirler
sana başlayan bir kitap için önsöz

sana bakmak
bir beyaz kağıda bakmaktır
her şey olmaya hazır
sana bakmak
suya bakmaktır
gördüğün suretten utanmak
sana bakmak
bütün rastlantıları reddedip
bir mucizeyi anlamaktır
sana bakmak
allah’a inanmaktır